samuel beckett 1963 round wire eyeglasses
Bırak, bırak tüm bunları diyecektim. Kimin konuştuğunun ne
önemi var, biri kimin konuştuğunun ne önemi var dedi. Biri kalkıp gidecek,
giden ben olacağım, ben olmayacağım o, ben burada olacağım, buradan uzaktayım
diyeceğim, ben olmayacağım o, hiçbir şey söylemeyeceğim, bir öykü anlatılacak,
biri bir öykü anlatmaya çabalayacak. Evet, yadsımıyorum artık, her şey düzmece,
hiç kimse yok, anlaşıldı değil mi, hiçbir şey yok, tümceler de kalmadı, hadi
alıklaşalım, tüm zamanların, tüm zaman kiplerinin alığı olalım, sona ermesini
beklerken bunun, her şeyin geçip sona ermesini, seslerin kesilmesini, yalnızca
sesler var, yalnızca yalanlar. Buradan, gitmek buradan ve başka bir yere
varmak, ya da kalmak burada ama bir aşağı bir yukarı dolanarak. Önce kımılda,
bir beden gerekli, eskisi gibi, yadsımıyorum bunu, yadsımayacağım artık, bir
bedenim var diyeceğim, ayağa kalkacağım, yaşamak diyeceğim buna, benim
diyeceğim, ayağa kalkacağım, düşünmeyi bırakacağım, işimle dolu olacağım,
ayakta durmakla, ayakta durmayı sürdürmekle, yer değiştirmekle, katlanmakla,
yarına, gelecek haftaya sağ çıkmaya çalışmakla, yeterli olacak fazlasıyla bütün
bunlar, bir hafta, ilkbaharda bir hafta fazlasıyla yeterli olacak, yaşam
şırıngalayacak içimize. Arzulamak yeterli bunu, arzulayacağım ben de, bir
bedenim olmasını arzulayacağım, bir kafam olmasını arzulayacağım, birazcık
kuvvet, birazcık da cesaret, şimdi koyuluyorum işe, bir hafta çok çabuk geçti,
sonra döndüm buraya, şu karışık yere, günlerden uzak, günler uzak, kolay
olmayacak. Peki neden tüm bunlardan sonra, hayır, hayır, bırak, başlama
yeniden, dinleme tüm bunları, tüm bunlar deme, her şey eski, her şey eşdeğerde,
yazgıları böyle yazıldı. Ayaklarının üzerindesin işte şimdi,doğruluğuna ant
içerim, senin bunlar, benim bu, ant içerim, oynat ellerini, dokun kafana, usun
orada işte, bir çalışmasa çuvallardın anında, başka yerlerine geçelim şimdi,
daha aşağı bölgelere, onlara da gereksinmen var, söyle bakalım neye
benziyorsun, bir tahminde bulun, nasıl bir adamsın, bir erkek gerekiyor, ya da
bir kadın, bacakaranı yokla bir, güzellik zorunlu değil, güçlülük de öyle, bir
hafta kısa bir süre, kimse sevmeyecek seni, korkma sakın. Hayır, böyle değil,
çok ani oldu, korkuya kapıldım. Ama başlamak için debelenmeyi bıraksan,
öldürmeyecekler seni, kimse seni sevmeyecek, kimse seni öldürmeyecek, belki
Gobi çölünde bulacaksın kendini, yuvanda hissedeceksin orada. Seni burada
bekleyeceğim, hayır, yalnızım, yalnızım ben, bu kez benim gitmem gerekiyor.
Nasıl yapacağımı bilmiyorum, bir adam, bir tür adam, yaş almış bir çocuk
olacağım, zorunluyum buna, bir dadım olacak, üstüme titreyecek benim, karşıdan
karşıya geçerken elimden tutacak, parklarda özgür bırakacak beni, uslu
duracağım, bir köşeye sinip kedi gibi oturacağım ve sakalımı tarayacağım,
düzleştireceğim onu, daha yakışıklı, biraz daha yakışıklı olmak için, böylesi
ne güzel olurdu kuşkusuz. Gel yavrum, dönme zamanı geldi, diyecek bana.
Sorumluluğum olmayacak hiç, tüm sorumluluğumu o üzerine alacak, Bibi olacak
adı, Bibi diyeceğim ona, böylesi ne güzel olurdu kuşkusuz. Gel yavrum, uyku
zamanı geldi. Tüm bildiklerimi kim öğretti bana, kendi başıma öğrendim,
avarelik yıllarımda, doğadan çıkarsadım her şeyi, yaradanın yardımıyla, ben
değilim biliyorum, ama çok geç artık, bunu yadsımak için çok geç, bilgi
birikimim burada, içindeki kırıntılar, fırtınada sırayla, göz kırpıp duruyor
belli aralıklarla, beni aldatmak için. Bırak ve git, gitme zamanı geldi, bunu
söylemek gerekiyor ne olursa olsun, zamanı geldi, nedeni bilinmiyor. Kendini
tanımlama biçiminin ne önemi var, burada ya da başka bir yerde olmak, gezmek ya
da yerinden kımıldamamak, boylu, insansı bir biçime sahip olmak ya da bir
biçimden yoksun olmak, karanlıkta kalmak ya da göğün ışıklarıyla aydınlanmak,
bilmiyorum, önemi var gözüküyor, kolay olmayacak bu. Her şeyin karardığı o ana
dönseydim yeniden ve oradan başlasaydım, hayır, bir yere varamazdım buradan,
bir yere varamadım hiçbir zaman, bellekten silindi gitti o an, kocaman bir
alevdi, sonra karanlık, büyük bir sarsılıştı, sonra ağırlıktan ve katedilecek
uzamdan soyutlanış. Bir yalıyardan aşağı atmayı denedim kendimi, sokağın
ortasına ölümlülerin arasına yığıldım kaldım, bir sonuç alamadım vazgeçtim.
Beni buraya getirip bırakan yola yeniden koyulup, sonra da geri dönmek, ya da
daha uzaklara yol almak, bilgece bir öğüt bu. Bir daha yerimden kımıldamayayım
diye bu, O ben değilim, doğru değil, o ben değilim, ben uzaktayım, diye, on
yüzyılda bir mırıldanarak, sonsuza kadar ağzımdan salyalar akıtayım diye. Hayır
hayır, gelecekten söz edeceğim şimdi, gelecek zaman kipinde sürdüreceğim
söylemimi, aynen eskiden geceleri kendime, Yarın sarı yaldızlı koyu mavi
kravatımı takacağım (gecenin bitiminde takıyordum onu) dediğim gibi. Çabuk
çabuk, yoksa ağlayacağım. Bir dostum olacak, benim yaşlarımda, benden farksız,
eski bir savaşçı, savaştığımız günlerden söz edeceğiz birlikte, yara izlerimizi
göstereceğiz birbirimize. Çabuk çabuk. Ben toplumla pusuya düşen düşmana ateş
yağdırırken deniz kuvvetlerinde yapmış olmalıydı askerliğini, belki de Jellicoe’ydu komutanı. Yaşayacak, önümüzde yaşayacak çok zamanımız
kalmadı gözüküyor artık, son kışımız bu kuşkusuz, amin. Ölümümüzün neden
olacağını soruyoruz birbirimize. O verem diyor kendisi için, bense prostat.
Birbirimizi kıskanıyoruz, ben onu kıskanıyorum, o beni kıskanıyor arada sırada.
Genel bir tuvalette ayakta, tek başıma, titreyen elimle, iki büklüm olmuş,
pelerinimle örtünerek sonda sokuyorum, insanlar yaşlı ve iğrenç bir ihtiyar
yerine koyuyor beni. Bu sırada o bir banka oturmuş, öksürüklerle sarsılarak,
dolar dolmaz, uygarlık gereği kanala boşalttığı bir enfiye kutusuna tükürerek
bekliyor beni. Anayurdumuza layık evlatlar olduk biz, ölmeden önce
düşkünlerevine kaldıracaklar bizi. Kamuya açık bir yeşil alanda aynı anda
güneşin ışıklarıyla bedava bir bankı bir araya getirmeye çalışarak geçiriyoruz
yaşamımızı (o bizim yaşamımız), doğaya biraz geç yaşta gönül düşürdük, kimi
yerlerde herkese ait o. Alçak sesle, soluksuz kala kala bir önceki günün
gazetesini okuyor bana, gözleri görmeseydi keşke. At yarışları ortak tutkumuz,
tazı yarışları da, siyasi görüşümüz yok ikimizin de, yine de biraz cumhuriyetçi
sayılırız. Ama Winsdor, Hanoverian, başka neydi, Hohenzollern’lerle de ilgileniyoruz. Tazı ve at yarışları haberlerini
özümsedikten sonra insana ait hiçbir şey yabancı değil bize. Hayır, yalnız
başıma, çok daha iyi olacağım yalnız başıma, daha hızlı gidecek. Yiyecek bir
şeyler veriyordu bana, bir domuz kasabıyla arkadaştı, canım boğazımdan
geliyordu salamları ağzıma tıkarken. Avuntu veren sözleriyle, kansere yaptığı
göndermelerle, ölümsüz sarhoşlukları anımsatışlarıyla mezarına bir taş
dikemememin üzüntüsünü unutturmaya çalışıyordu bana. Bense, kendi ufuklarımda
yoğunlaşacağıma (onları bir kamyonun altına fırlatmama olanak verirdi bu),
usumu onun anlattığı şeylerle meşgul edip duruyordum. Haydi, silah arkadaşım,
bırak tüm bunları, artık düşünme, demem gerekiyordu ona, ama düşünme yetisini
yitiren kardeşlik duygusunun alıklaştırdığı ben olmuştum. Bir de yapmam zorunlu
olan şeyler vardı! Spora gönül verenlerin meyhaneler açılmadan önce, günün erken
saatinde, bahislerini sağlıklı bir biçimde oynayabilmek için topluluklar
oluşturduğu Duggan’ın dükkanının önünde sabahın
onunda güneş de açsa, dolu da yağsa gitmem gereken buluşmalar örneğin. Bakın,
ölmüştük, zamanımızı doldurmuştuk (ne güzel, ne güzel) ama nasıl da dakiktik,
belirtmeliyim bunu. Vincent’ın
kalıntılarının, sicim gibi yağan bir yağmurda, omuzlarını istemeyerek de olsa
kurt bir denizci gibi neşeyle iki yana sallaya sallaya, kafası kan lekeli kirli
bezlerle sarılı, gözlerinde bir parıltıyla gelişini görmek, iyi bir gözlemci
için insanın zevk uğruna neler yapabileceğini gösteren mükemmel bir örnekti.
Sanki hızlı bir denizci dansına başlayacakmış gibi bir eliyle göğüs kemiğini,
ötekinin üstüyle omurgasını tutuyordu, hayır, yalnızca anı bunlar, tufandan
önceki son kaçamaklar. Hiç kimsenin bulunmadığı, hiçbir şeyin olup bitmediği
burada neler olup bitiyor bir bakalım şimdi, bir şeyler olmasını, birinin
gelmesini sağlayalım, sonra bir son verelim buna, sessizlik olsun, sessizliğin
benim yaşam ve ölümlerimin seslerinden başka bir gürültünün içine doğru yol
alalım, öykümün içine girelim, çıkmak için girelim, hayır, hiçbir anlam
taşımıyor bu söylediklerim. Sonunda benim diyebileceğim, kendime layık zehirler
hazırlayabileceğim bir kafaya, ve yollara düşmek için bacaklara sahip olacak
mıyım, oraya ulaşacağım sonunda, gidebileceğim sonunda, tüm istediğim bu işte,
hayır, elimden gelmiyor bir şey istemek. Yalnızca bir kafa, iki de bacak,
hayır, ortada bir bacak, zıplaya zıplaya giderdim. Ya da yalnızca yusyuvarlak
ve dümdüz kafa yeterli olurdu, yüz çizgilerine gerek yoktu, arı gibi bir usa
indirgenip, yokuşların eğilimlerine uyarak yuvarlanıp giderdim, hayır, bu da
olmayacak, her şey yükselti halinde burada, bacak ya da eşdeğerde bir şey
gerekiyor burada, kasılıp büzülebilen birkaç halka örneğin, böylece uzağa
gidilebilirdi. Duggan’ın dükkanının kapısından,
yağmurlu ve güneşli bir bahar günü, akşama çıkıp çıkmayacağını bilmeden yola
koyulmak, bir terslik mi var burada? Çok kolay olurdu. Kalabalığın, çemberlerin
ve balonların arasında, bu beden ya da başka bir bedende, dost bir kolun
tuttuğu bu kolda, kolsuz, elsiz ve bu titreyen ruhların içinde ruhsuz bu elde
gömülü saklı olmak, ne terslik var burada? Bilmiyorum, buradayım ben, tüm
bildiğim bu, ve hala ben değilim o, işte düzenlemenin burada yapılması
gerekiyor. Göze görünen bir beden yok, ölmenin olanağı da. Bırak tüm bunları,
tüm bunları sözcüklerinin hangi anlama geldiğini hiç bilmeden, bırakmak istemek
tüm bunları, çabuk söyledik, çabuk bitirdik, boşuna oldu, hiçbir şey
kımıldamadı yerinden, kimse konuşmadı. Hiçbir şey olmayacak burada, hiç kimse
gelmeyecek buraya uzun süre. Gidişler, öyküler, yarın hiç düşünülmedi. Ve
sesler (nereden gelirse gelsinler) bir yaşamdan yoksun.