DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM
'Benim tümcelerim şu yolla açımlayıcıdırlar ki,
beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür
- onlarla –
onlara tırmanarak
- onların üstüne çıktığında.
(Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip yıkması gerekir.)
(Ludwig Wittgenstein) (Çeviri: Oruç Aruoba.)
'Benim tümcelerim şu yolla açımlayıcıdırlar ki,
beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür
- onlarla –
onlara tırmanarak
- onların üstüne çıktığında.
(Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip yıkması gerekir.)
(Ludwig Wittgenstein) (Çeviri: Oruç Aruoba.)
DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM
Güneş cebimde bir bulut peydahladı. Taş, kördür diye yazdım. Ölüm, geleceksiz. Şeylerin yalnız adı var. Ve: ‘Ad evdir.’ (Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. Buydu bizim kendinde sonsuz olanı duyduğumuz. Nesneler ki zamanda vardır. Terziler çıracısı Hermüsül Heramise’nin pöstekisi her bahar ayaklanırdı. Yağmur yağmamazlık edemez. Taş, düşmemezlik
Güneş cebimde bir bulut peydahladı. Taş, kördür diye yazdım. Ölüm, geleceksiz. Şeylerin yalnız adı var. Ve: ‘Ad evdir.’ (Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. Buydu bizim kendinde sonsuz olanı duyduğumuz. Nesneler ki zamanda vardır. Terziler çıracısı Hermüsül Heramise’nin pöstekisi her bahar ayaklanırdı. Yağmur yağmamazlık edemez. Taş, düşmemezlik
Ne diyordum, dünyanım düşünceleri yoktur. Otların canı sıkılmaz.
Kurşunkalem kendini ağaç sanır. Ufuk, hüthüt kuşu. Seni bilmem, bir söylene
dönüşmek içindir dünya. Onun için başka bir son yok. Bir söylene dönüşmek, bir
söylen olmak! Sonsuzluk dediğimiz budur.
Nerden başlasam yine oraya geliyorum. Ben. gidiyorum. Ölüme, o büyük tümceye, çalışacağım.
Nerden başlasam yine oraya geliyorum. Ben. gidiyorum. Ölüme, o büyük tümceye, çalışacağım.
AĞAÇLARDAN ARKADAŞLARIM OLDU
"Adlarla doldurdum sessizliği." Şeyleri kodladım. Gökyüzünün, ağaçların çocukluğunu bilirim. Ağaçlardan arkadaşlarım oldu. Hâla da var. Samanyolunu anlamadım. Sayıları da. (Sayılar daha bulunmamış gibi davranıyorlardı.) Yalnız sekizle (5 + 3) içli dışlı oldum. (Kim olmamıştır ki?) Biraz da sıfırla (Sıfırın bulunması kolay olmamıştır.) Üç için çok kötü şeyler söylenmiştir. Niçin? Bilmem. Bilmek sayıdır. Bir de biri tanıdım. Bir ile düşünülmüyor. Bazı sayılar suçlu doğmuştur. Bir, bunlardan biridir. Anlamadan sevdim taşları. Çakıl taşının adıyla biçimi arasında hiçbir ilişki kurulamamıştır. Oltu taşının geçmişini bulamadım. Olsun. Gizem her şeydir. Kimi sessiz harfleri sökemedim. (Harflerin tini sessiz harflerde gezer. Kızılderililer bilir bunu.) Kuşlarla gittim geldim. Kuşlar sayıları bilmez, yusufcuk hariç. Doğu’da atların düş görmediğini anladım. (Homeros’da atlar ağlar.) Yürürken gördüm dağları. Dağlar yürürken düşünüyorlardı. Tanımak usu durduruyor. Dünya bizimdir! diye konuşuyorlardı aralarında sümüklüböcekler. Anladım diyemem. Anlamadım da. Sümüklüböcekleri okumalı.
Sen ırmaklardan söz ederken konuşuyor ırmaklar, otlar gözlerinde. Zaman bir izdüşümdür. Bir yerlere yaz bunu. Tinin dışarıya penceresi olmadığı doğru değildir. İsa’nın hayaleti hala dünyanın üzerinde dolaşıyor. (Yalnız soruyorum. Sormak için yazar insan.) Gençliğini bilmeyen sabah tökezler. Gül ki adıyla vardır. Taş adını yüzü bulununca aldı. (Duvarcıların avucunda taş bunun için döner durur.)
Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da … Sonra diye bir şey yoktur. Tarih dışıdır, sonra.
"Adlarla doldurdum sessizliği." Şeyleri kodladım. Gökyüzünün, ağaçların çocukluğunu bilirim. Ağaçlardan arkadaşlarım oldu. Hâla da var. Samanyolunu anlamadım. Sayıları da. (Sayılar daha bulunmamış gibi davranıyorlardı.) Yalnız sekizle (5 + 3) içli dışlı oldum. (Kim olmamıştır ki?) Biraz da sıfırla (Sıfırın bulunması kolay olmamıştır.) Üç için çok kötü şeyler söylenmiştir. Niçin? Bilmem. Bilmek sayıdır. Bir de biri tanıdım. Bir ile düşünülmüyor. Bazı sayılar suçlu doğmuştur. Bir, bunlardan biridir. Anlamadan sevdim taşları. Çakıl taşının adıyla biçimi arasında hiçbir ilişki kurulamamıştır. Oltu taşının geçmişini bulamadım. Olsun. Gizem her şeydir. Kimi sessiz harfleri sökemedim. (Harflerin tini sessiz harflerde gezer. Kızılderililer bilir bunu.) Kuşlarla gittim geldim. Kuşlar sayıları bilmez, yusufcuk hariç. Doğu’da atların düş görmediğini anladım. (Homeros’da atlar ağlar.) Yürürken gördüm dağları. Dağlar yürürken düşünüyorlardı. Tanımak usu durduruyor. Dünya bizimdir! diye konuşuyorlardı aralarında sümüklüböcekler. Anladım diyemem. Anlamadım da. Sümüklüböcekleri okumalı.
Sen ırmaklardan söz ederken konuşuyor ırmaklar, otlar gözlerinde. Zaman bir izdüşümdür. Bir yerlere yaz bunu. Tinin dışarıya penceresi olmadığı doğru değildir. İsa’nın hayaleti hala dünyanın üzerinde dolaşıyor. (Yalnız soruyorum. Sormak için yazar insan.) Gençliğini bilmeyen sabah tökezler. Gül ki adıyla vardır. Taş adını yüzü bulununca aldı. (Duvarcıların avucunda taş bunun için döner durur.)
Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da … Sonra diye bir şey yoktur. Tarih dışıdır, sonra.
HARFLERLE SESLER
Şihabüddin Fazullah otuz iki harfle konuşmuştur ve tini yoktu. Harflere inanır, takke dikerek geçinirdi. İnsan yüzünde bütün harfleri gördüğü söylenir. Cavidan’ a yazdığı Zeyl’de (ki bulunamamıştır), gökyüzüne A harfini biçmiştir. Suya :C (Su, Thales’lidir.); ölüme: U (Ölüm U’dur biraz, eski püskü bir akşamüstü biraz da.) Ateşe: Z.
Dünya harfti, suretlerdi. Sophokles gibi resim yapmasını bilmeyen Pythagoras da harfti, ağustosböceği de, Muhammed de harfti.
Şihabüddin Fazullah otuz iki harfle konuşmuştur ve tini yoktu. Harflere inanır, takke dikerek geçinirdi. İnsan yüzünde bütün harfleri gördüğü söylenir. Cavidan’ a yazdığı Zeyl’de (ki bulunamamıştır), gökyüzüne A harfini biçmiştir. Suya :C (Su, Thales’lidir.); ölüme: U (Ölüm U’dur biraz, eski püskü bir akşamüstü biraz da.) Ateşe: Z.
Dünya harfti, suretlerdi. Sophokles gibi resim yapmasını bilmeyen Pythagoras da harfti, ağustosböceği de, Muhammed de harfti.
Muhammed (Muhammed’i biliyoruz, yirmi sekiz harfle konuşmuştur
ve tini vardı ve de hiçbir kuş onun uçtuğu yere uçamamıştır.) kulağını seslere
verdi. Yalnız onları dinledi. Sesti her şey. Sesti cennet, cehennem. Bir tavus
kuşu sesti. Pirinç Lapası Dağı’na mı gidiyordu atını otlatmaya Tu Fu, sesti.
Bunun için tiniyle suretler arasında hep bir boşluk duymuştur. Bundan eli
yazıya uzanmadı. Niçin uzansın? Dil, yalnızdır. Konuşmaz. Evren bizden daha
konuşkandır, diyordu. Daha yapraklı. Güneş imgelerle konuşur. Gürültüyle
çalışır bir ağaç. Gürültüyle, taş. Gece, gürültüyle iner. Sestir evren.
Alfabe tacirdir.
Alfabe tacirdir.
NERDEN BAKSAK KENDİNİ ANLATIYOR HER ŞEY
Her şey, her şey ay gözleyen Babil’le başladı.
Adlar onu izledi. Adlandırınca, her şey sıkıcı oldu. Sessizlik bozuldu. Büyük sessizlik.
Diyorsun tarihte hayvan adlarına hiç rastlanmaz.* Çiçek adlarıyla seslere de … Sesler ki … her şeydir.
Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu. Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu. Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş. Sıra dağlara geldiğinde, adlarını bilmiyordu hiçbiri.
Ne güzel.
Adlandırmak ölümdür!
* Tarih, bu fallus bellek.
Her şey, her şey ay gözleyen Babil’le başladı.
Adlar onu izledi. Adlandırınca, her şey sıkıcı oldu. Sessizlik bozuldu. Büyük sessizlik.
Diyorsun tarihte hayvan adlarına hiç rastlanmaz.* Çiçek adlarıyla seslere de … Sesler ki … her şeydir.
Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu. Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu. Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş. Sıra dağlara geldiğinde, adlarını bilmiyordu hiçbiri.
Ne güzel.
Adlandırmak ölümdür!
* Tarih, bu fallus bellek.
Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.
Fatih, kısa boyluydu.
Bir firavun inciri yetiştiricisiydi Amos.
Farabi, esmerdi.
Ah, hiç tanışmamalıydık adlarla. Adlarla gördüğümüz dünya, dünya değildir. Bu yüzden yeryüzünü görmeden göçüp gidiyoruz. Ağırlığı olmayan yoktur. Burdan başlamalıydık. Çılgın zaman dışarda kaldı. Bölündük. Artık ne yazarsak ölümü yazarız, ölümü ve zamanı.
Neden bilmem ölümü artık dikey okuyorum. Siz de deneyin. Değer bu.
Burda kesiyorum. Duydum bir ot konuşuyor kendince. Hem kuşların doğum gününde olacağım. Gece beni bekliyor. Yolu biliyoruz.
DÜŞÜNMEK İSTEMİYORUM
Bu dünya kadar eski bir şey yok. Gök sayrılı .Güneş sıradan.
Ağaçlar acemi. Her sabah devesiyle işe gidiyor. bir Bedevi. Her akşam kuşunu dolaştırıyor iki Çinli.
Bir yinelemedir dünya. Bin yıl, sonrayı görüyor bir ağaç. Bin yıl sonrayı bir dinazor. Gazali, kendini 7’ye benzetirdi. Homeros her sabah yürürdü…
Göz için yeni bir şey yok.
Fatih, kısa boyluydu.
Bir firavun inciri yetiştiricisiydi Amos.
Farabi, esmerdi.
Ah, hiç tanışmamalıydık adlarla. Adlarla gördüğümüz dünya, dünya değildir. Bu yüzden yeryüzünü görmeden göçüp gidiyoruz. Ağırlığı olmayan yoktur. Burdan başlamalıydık. Çılgın zaman dışarda kaldı. Bölündük. Artık ne yazarsak ölümü yazarız, ölümü ve zamanı.
Neden bilmem ölümü artık dikey okuyorum. Siz de deneyin. Değer bu.
Burda kesiyorum. Duydum bir ot konuşuyor kendince. Hem kuşların doğum gününde olacağım. Gece beni bekliyor. Yolu biliyoruz.
DÜŞÜNMEK İSTEMİYORUM
Bu dünya kadar eski bir şey yok. Gök sayrılı .Güneş sıradan.
Ağaçlar acemi. Her sabah devesiyle işe gidiyor. bir Bedevi. Her akşam kuşunu dolaştırıyor iki Çinli.
Bir yinelemedir dünya. Bin yıl, sonrayı görüyor bir ağaç. Bin yıl sonrayı bir dinazor. Gazali, kendini 7’ye benzetirdi. Homeros her sabah yürürdü…
Göz için yeni bir şey yok.
Korkunçluk bunda.
Zaman benim tarlamdır mı diyordu Goethe? Bilmek istemiyorum. Oturduğu yerden Montevideo’yu görüyor bir ev. Sandalye kentsoylu. Pencere feodal. Su, belleksiz çıktı. Tin yalnız. Ben çocukken ırmak olmak istedim. Irmaklar hep çağırdı beni. Düşünmek istemiyorum. Dünya benim yerime düşünüyor.
Söz öldü.
Tunç: Monarşik.
Demir: Demokratik.
Bir akşam durup dururken dünyanın yaşlandığını gördüm.
Görmek yordu beni.
BENZETMELER
Eskilere göre ağaçlar alfabeydi. Bütün harfler ağaçlardı. A, köknar; C, melengeç; O, elma; M, selvi; P, zeytin.*
Gerçek benzetmelerde yatar. Hiçbir şey bundan kurtulamaz.
Bundan yeryüzünü bildik bulmamız.
"Ağaçlar som balığıdır!" diye bağırıyordu, duydumdu bir gün bir Eskimoğlu, yattığı yerden.**
Benzetmelerin bu dünya!
(*) Bırakalım harfler içini döksün.
(**) Gün gelecek, benzetmeler yerküredeki bütün sesleri bulup getirecekler. O gün birden saçlarımızın uzadığını göreceğiz.
Zaman benim tarlamdır mı diyordu Goethe? Bilmek istemiyorum. Oturduğu yerden Montevideo’yu görüyor bir ev. Sandalye kentsoylu. Pencere feodal. Su, belleksiz çıktı. Tin yalnız. Ben çocukken ırmak olmak istedim. Irmaklar hep çağırdı beni. Düşünmek istemiyorum. Dünya benim yerime düşünüyor.
Söz öldü.
Tunç: Monarşik.
Demir: Demokratik.
Bir akşam durup dururken dünyanın yaşlandığını gördüm.
Görmek yordu beni.
BENZETMELER
Eskilere göre ağaçlar alfabeydi. Bütün harfler ağaçlardı. A, köknar; C, melengeç; O, elma; M, selvi; P, zeytin.*
Gerçek benzetmelerde yatar. Hiçbir şey bundan kurtulamaz.
Bundan yeryüzünü bildik bulmamız.
"Ağaçlar som balığıdır!" diye bağırıyordu, duydumdu bir gün bir Eskimoğlu, yattığı yerden.**
Benzetmelerin bu dünya!
(*) Bırakalım harfler içini döksün.
(**) Gün gelecek, benzetmeler yerküredeki bütün sesleri bulup getirecekler. O gün birden saçlarımızın uzadığını göreceğiz.
Ağaçlarla harflerin (ağaçlar benzetmelere güler) ne düşündüğü
bilinmez. Ne ki, ağaç ağaç olmak ister, harf de harf.
Hem biliyoruz ağaçlarla harflerin tanınmak, bilinmek diye bir sorunları yoktur. Tebdil gezen nice nehirler, dağlar, ovalar (ovalar İbn Batuta okuyordu) gördüm; yeryüzünde olmak yetiyordu. Ağaçların konuştuğu unutulmuştur hem. Eskiden unutmak bilinmiyordu. Bölünmemişti zaman. Geçmiş, gelecek birdi. Bir
saydamlığın adıydı zaman: Bakınca görülürdü.
Benzetmelerin sonu dünyanın sonudur.
Hepimiz bir yanımızla ordayız.*
(*) Tam bu değil demek istediğim: Ama bir tümce de kendince anlam üretir.
İM AD DEĞİLDİ DAHA
Bir zamanlar sözcüklerin bizim dışımızda da yaşamları vardı, ama anlamları yoktu.
Eskiden bir ustura, bir su kovası, bir at yan yana gelebiliyordu. Dünya anlaşılmak için değildi.
Eskiden sözcüklerle bu denli yakınlığımız yoktu. Balkon ile tanışmamız yenidir. (Balkon çocukluğumuzdur.) Kırmızı sesti eskiden. Nergis kendi adını bilmezdi. Aklına estiği gibi yaşardı. Ölüm sözcüğü eskiden de iki heceydi, evlere girer çıkar, yatak turları atar, ağaçlarla alay ederdi. Bugünkü gibi de işini hep tek başına görürdü.
İm ad değildi daha.
Bir zamanlar anlam sözcüklerin umrunda değildi. Nuh Peygamber’in : “Ben iki bin yıl önce karım, çocuklarım, gelinlerim, hayvanlarımla Cudi Dağı’nda gemisi karaya oturan Nuh Peygamberim.” sözlerine karşı - anlamın kıyılması adına - imgeleri sürerler (şairlerin her gece kağıtlarına yeşil Muhammed’ler, sarı İsa’lar indiren imgeleri) sözcük olduklarını unuturlardı. (İmgelere dönüştüğünde sözcükler tanınmaz: Sözcükleri kaldırın, dünya durur!) Bazen de eğretilemelerin büyüsüne kapılıp - eğretilemeler şiirin kral yoludur - adlarının üstünü çizerlerdi. Bazı da simgelerin buyruğunda (simgelere elini kaptıran kurtulamaz) ordan oraya savrulup giderlerdi.
İm ad değildi daha.
ASKELOPİS
Askelopis Ephesos’lu bir kuşla dolaşırdı ve bizim görmediğimizi görürdü. Nesneler böyledir, herkese görünmez. Gizliliği sever. Şairler gibi de beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavrayamaz. Ama görünmeyen de yoktur. Nesneler bunu bilmez. Niçin bilsin? Hem bilmek nesnelerin işi değildir. Balıklar içinde yüzdükleri suyu biliyor mu? Ben ormanı bilmeden tanıdım, bir daha da unutmadım. * Nesneler sözcüklere dönüşmeye görsün durdurulamaz. Yer küreyi sararlar; sonra da binlerce tümceye dönüşürler. Yeryüzünün bir ucunda binlerce nesne her sabah bunun için uyanır. Tümcelerle öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları. Dildir tek Tanrı, o cenin!
(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme, çok görme bunu bana, sevgili dil.)
(*) Ey bellek, senden kurtuluş yok!
Hem biliyoruz ağaçlarla harflerin tanınmak, bilinmek diye bir sorunları yoktur. Tebdil gezen nice nehirler, dağlar, ovalar (ovalar İbn Batuta okuyordu) gördüm; yeryüzünde olmak yetiyordu. Ağaçların konuştuğu unutulmuştur hem. Eskiden unutmak bilinmiyordu. Bölünmemişti zaman. Geçmiş, gelecek birdi. Bir
saydamlığın adıydı zaman: Bakınca görülürdü.
Benzetmelerin sonu dünyanın sonudur.
Hepimiz bir yanımızla ordayız.*
(*) Tam bu değil demek istediğim: Ama bir tümce de kendince anlam üretir.
İM AD DEĞİLDİ DAHA
Bir zamanlar sözcüklerin bizim dışımızda da yaşamları vardı, ama anlamları yoktu.
Eskiden bir ustura, bir su kovası, bir at yan yana gelebiliyordu. Dünya anlaşılmak için değildi.
Eskiden sözcüklerle bu denli yakınlığımız yoktu. Balkon ile tanışmamız yenidir. (Balkon çocukluğumuzdur.) Kırmızı sesti eskiden. Nergis kendi adını bilmezdi. Aklına estiği gibi yaşardı. Ölüm sözcüğü eskiden de iki heceydi, evlere girer çıkar, yatak turları atar, ağaçlarla alay ederdi. Bugünkü gibi de işini hep tek başına görürdü.
İm ad değildi daha.
Bir zamanlar anlam sözcüklerin umrunda değildi. Nuh Peygamber’in : “Ben iki bin yıl önce karım, çocuklarım, gelinlerim, hayvanlarımla Cudi Dağı’nda gemisi karaya oturan Nuh Peygamberim.” sözlerine karşı - anlamın kıyılması adına - imgeleri sürerler (şairlerin her gece kağıtlarına yeşil Muhammed’ler, sarı İsa’lar indiren imgeleri) sözcük olduklarını unuturlardı. (İmgelere dönüştüğünde sözcükler tanınmaz: Sözcükleri kaldırın, dünya durur!) Bazen de eğretilemelerin büyüsüne kapılıp - eğretilemeler şiirin kral yoludur - adlarının üstünü çizerlerdi. Bazı da simgelerin buyruğunda (simgelere elini kaptıran kurtulamaz) ordan oraya savrulup giderlerdi.
İm ad değildi daha.
ASKELOPİS
Askelopis Ephesos’lu bir kuşla dolaşırdı ve bizim görmediğimizi görürdü. Nesneler böyledir, herkese görünmez. Gizliliği sever. Şairler gibi de beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavrayamaz. Ama görünmeyen de yoktur. Nesneler bunu bilmez. Niçin bilsin? Hem bilmek nesnelerin işi değildir. Balıklar içinde yüzdükleri suyu biliyor mu? Ben ormanı bilmeden tanıdım, bir daha da unutmadım. * Nesneler sözcüklere dönüşmeye görsün durdurulamaz. Yer küreyi sararlar; sonra da binlerce tümceye dönüşürler. Yeryüzünün bir ucunda binlerce nesne her sabah bunun için uyanır. Tümcelerle öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları. Dildir tek Tanrı, o cenin!
(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme, çok görme bunu bana, sevgili dil.)
(*) Ey bellek, senden kurtuluş yok!
Bundan nesnelerin ötesinde bir şey yoktur. Askelopis bunu
görmedi. Ölüm onu görür kıldı. (Felsefe biraz da ölümü öğrenmek değil
midir?)
Nesneler yalnızdır mı diyorsun?
Nesnelere bundan böyle yalnızlığı duyurmayacağım.
Söz.
Nesneler yalnızdır mı diyorsun?
Nesnelere bundan böyle yalnızlığı duyurmayacağım.
Söz.
DÜŞÜNÜRKEN BULDUM KAYAYI
Düşünürken buldum kayayı.
Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak; adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal bir kuş yürüyorduk. Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk.
Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez. İsa ile Karahisari’nin gömlekleri dikişsizdi. Sözcükler bunu gördü.
(Ey görünmezlik! Elimden tut. Gecede sözcüklerin ağırlığı daha bir artıyor. Ve … [Yazık, tümcemi tamamlayamayacağım.])
Anlamdan hep kuşku duydum. Evler, odalardı, unuttum.
Dünya ki varlığının ayırdında değildir. Trenler geçer yüzünden: Kendini varsayar.
Düşünürken buldum kayayı.
Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak; adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal bir kuş yürüyorduk. Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk.
Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez. İsa ile Karahisari’nin gömlekleri dikişsizdi. Sözcükler bunu gördü.
(Ey görünmezlik! Elimden tut. Gecede sözcüklerin ağırlığı daha bir artıyor. Ve … [Yazık, tümcemi tamamlayamayacağım.])
Anlamdan hep kuşku duydum. Evler, odalardı, unuttum.
Dünya ki varlığının ayırdında değildir. Trenler geçer yüzünden: Kendini varsayar.
Her şey, her şey konuşur evrende. Evler, çocuklar, nehirler,
coğrafya. Nehirlerin vakti olmadığını okudum.
Coğrafya adına sevinmemiştir. Anlam sıkıcıdır. Günde üç kez aynada kendine bakar. Yalnızlık saçar. Anlamla ev yapılmaz. Anladım ama yalnızlığım sürüyor. Düşüncelerim yok benim. Kaya bilir kaya olduğunu, ben bilmem. Anladığımda yitirdim şiirimi. O gün bugün bir akarsu gibi kocadım.
GÜZEL DEVEDİKENİ
Bir yüz. Turgut Uyar. Güzel devedikeni.
Bir Edirnekapılı.* Öyleyse, fukara, umarsız bir sokak: Vaiz Sokak. Numara 70.
At pazarları, bahçe kahveleri, develer ve yeşil, soluk tramvay vagonları: Hep bu fakir sokak için.
Bir çocuk, içli, kırılgan. Daha o zamandan “Ben sıkıntıyım!” diyordur.**
Tanaş Usta, oğlu Toma; Kömürcü Eda Hanım. Ve Bakkal Topal Halit (Bu Topal Halit her gün Karagümrükle gidip saçlarını taratır.) ilk yüzler.
(*) Böyle de diyebiliriz. Değil mi ki bir Edirnekapılı güzelliği vardır.
(**) Bir posta arabasına mı benzetiyordur kendini?
Artık uzun bir yolculuğa hazırdır yüzü. Bütün büyük küçük kentler
Ve Posof.
Çünkü şiir dağlardan Zanerhev köyüne inmiştir. Ceketi ve atın dizginleri yağmur altındadır.
Posof’daki bir fotoğrafta uzanmış kendi yüzünü öpüyordur.*
Bir yaya. ** “Bütün mümkünlerin kıyısında!”
(*) Bir ev çünkü durup dururken ovaya özeniyordur.
(**) Sanki kırlardan şiir gezintilerinden dönüyordur.
Bir baba, ağırbaşlı, saygılı. Hep at, hep atın üstünde (bu sessİz, dikkatli babanın elini tutarak yürüyecektir.)*
Ankara’da mı doğar bu çocuk? Demek ki bronz bir gök.**
İlk sorduğu soru: “Meksika’ya hiç yağmur yağmaz mı?”
İlk kitap: Jules Verne.
İlk sigara: Hanımeli.
İlk gördüğü ağaç : Çitlembik. (Elinde bıçak soğan soyuyordur.)***
Coğrafya adına sevinmemiştir. Anlam sıkıcıdır. Günde üç kez aynada kendine bakar. Yalnızlık saçar. Anlamla ev yapılmaz. Anladım ama yalnızlığım sürüyor. Düşüncelerim yok benim. Kaya bilir kaya olduğunu, ben bilmem. Anladığımda yitirdim şiirimi. O gün bugün bir akarsu gibi kocadım.
GÜZEL DEVEDİKENİ
Bir yüz. Turgut Uyar. Güzel devedikeni.
Bir Edirnekapılı.* Öyleyse, fukara, umarsız bir sokak: Vaiz Sokak. Numara 70.
At pazarları, bahçe kahveleri, develer ve yeşil, soluk tramvay vagonları: Hep bu fakir sokak için.
Bir çocuk, içli, kırılgan. Daha o zamandan “Ben sıkıntıyım!” diyordur.**
Tanaş Usta, oğlu Toma; Kömürcü Eda Hanım. Ve Bakkal Topal Halit (Bu Topal Halit her gün Karagümrükle gidip saçlarını taratır.) ilk yüzler.
(*) Böyle de diyebiliriz. Değil mi ki bir Edirnekapılı güzelliği vardır.
(**) Bir posta arabasına mı benzetiyordur kendini?
Artık uzun bir yolculuğa hazırdır yüzü. Bütün büyük küçük kentler
Ve Posof.
Çünkü şiir dağlardan Zanerhev köyüne inmiştir. Ceketi ve atın dizginleri yağmur altındadır.
Posof’daki bir fotoğrafta uzanmış kendi yüzünü öpüyordur.*
Bir yaya. ** “Bütün mümkünlerin kıyısında!”
(*) Bir ev çünkü durup dururken ovaya özeniyordur.
(**) Sanki kırlardan şiir gezintilerinden dönüyordur.
Bir baba, ağırbaşlı, saygılı. Hep at, hep atın üstünde (bu sessİz, dikkatli babanın elini tutarak yürüyecektir.)*
Ankara’da mı doğar bu çocuk? Demek ki bronz bir gök.**
İlk sorduğu soru: “Meksika’ya hiç yağmur yağmaz mı?”
İlk kitap: Jules Verne.
İlk sigara: Hanımeli.
İlk gördüğü ağaç : Çitlembik. (Elinde bıçak soğan soyuyordur.)***
(*) Atından indiğinde kendi kendine ut çalacak, Latin harfleriyle de Ankara’nın ilk sokak tabelalarını yazacaktır.
(**) Bu bronz gök hiç eksilmeyecek, hep yazılacaktır.
(***) Değil mi ki her şeyden bir şey kalıyordur.
Bir bilge, doğadaki nesnelerin sayılarını, ağırlık ölçülerini bulmuştur.
Adı, bir beyazlık. * Sığınak kendine. Kendi külüne.
Sözcükleri ana rahminin sözcükleri. Hep evetle hayır arasında gidip gelecektir. **
Dili, acının tarihi. Bir tanıklık, çağına.
Anladınız oturunca niçin ölümü yanına alır oturur, kalkınca niçin birlikte kalkarlar.
(*) Biraz önce sanki yağmur yağmıştır.
(**) Bunun için midir sözcükler onda bir ilçe üzüncü taşırlar?
Sunu
Bir gün lambasını söndürdüğünde : “Şiir korumaz. Her şeye karşı bir aykırılıktır!” dedi.
Ve suçlu bir deniz gibi ekledi: “Hızla gelişecek kalbimiz!”
Böyle dedi ve çekildi.
Şimdi lambası, Büyük Saat’ ı, bütün çocukların ezberinde.
İLHAN BERK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder