günlerce çıkmadı evden, belki aylarca, o kadar ki zaman
kavramı yalnızca yılı biliyordu. ne okula, ne çarşıya, ne içmeye, ne gezmeye,
ne arkadaşa, ne sevgiliye, ne kediye; hiçbirşeye ve hiçbiryere uzanmıyordu eli.
yarım kalmış, bitirilmemiş bir satranç, bir oyun duruyordu yerli yerinde odanın
bir köşesinde ‘şah ve mat’ı bekleyerek. duvarlar ayrıntıları baktıkça ürperten
karakalem resimlerle donanmıştı, ‘tanrı babanın not defteri’ isayı ve
havarilerini haykırırken tam da, açık kalmıştı masasının üzerinde…
- tanrı da yalnız en az benim kadar!
ve arkadaşlarının isimlerinden tanrı-isa-havariler üçgenini
tamamlayan anlamlar çıkarmaya başladığında ‘tanrı babanın not defteri’ni
sonlandırdı son yaprağında. defteri sonlandıranın isa, defteri sonlandıranın
arkadaşlarının da isanın havarileri olduğunun farkına vardığında, telaşlı bir
heyecanla müjdeyi verdi arkadaşlarına oryantalizmin ve alkolün eşliğinde. ve
arkadaşları sadık kalarak sevgili muştucularına rollerini belirlediler çizilen
üçgenin dışında, ve dahası sorgular, sualler, tanrı babayla monologlar,
muştucuyla diyaloglar,… derken çıkamadan işin içinden evren, çağın nuru, asil
kan, asıl kan falan derken o günün bitmesiyle dağıldı üçgen bir başka yıla, bir
başka mekana…
- yalnız sol elimdir çarmıha gerilen…
sonrası gerçek dışı, sonrası persona…
- aynaya karakalem portremi çizdim, hergün bakıyorum yüzüne.