"bu sabah uyandığımda sen hala uyuyordun. uyanır
uyanmaz yumuşak soluğunu duydum. dağınık saçlarının altında kapalı gözlerini
gördüm, bu beni derinden etkiledi. haykırarak seni uyandırmak istedim ama öyle
derin bir uykudaydın ki… loş ışıkta tenin capcanlı, öyle sıcak ve tatlı
ışıldıyordu ki öpmek istedim ama seni uyandırmaktan korktum… uyanırsın diye
kollarıma almadım. bunun yerine kimsenin benden alamayacağı, sadece benim olan
şeyle yetindim: senin sonsuz görüntünle. yüzünün ötesinde, tüm ömrümün ışığında
bizim saf, güzel halimizi gördüm: geleceği ve hatta bütün geçmişimizi. bu en
mucizevi olaydı; ilk kez hep benim olduğunu hissetmek, senin sıcaklığın,
düşüncen ve isteklerinle bu gecenin sonsuza kadar süreceğini hissetmek. lidia,
o anda seni ne kadar sevdiğimi fark ettim. duygularımın yoğunluğu beni ağlattı.
bunun asla bitmemesi için ömrümüz boyunca böyle kalmalıyız. sadece yakın değil,
birbirimize ait halde. tek tehdit alışkanlığın yaratacağı bir kayıtsızlık
olacaksa da hiçbir şeyin bozamayacağı bir halde.
o anda sen uyandın, tebessümle, kolların boynumda, beni öptün. ve artık korkulacak hiçbir şey olmadığını hissettim. hep o anki gibi kalacaktık; zamandan ve alışkanlıktan bile güçlü bağlarla.
- bu mektubu kim yazdı?
- sen yazdın.”
o anda sen uyandın, tebessümle, kolların boynumda, beni öptün. ve artık korkulacak hiçbir şey olmadığını hissettim. hep o anki gibi kalacaktık; zamandan ve alışkanlıktan bile güçlü bağlarla.
- bu mektubu kim yazdı?
- sen yazdın.”