19 Haziran 2014 Perşembe

Philippe Djian: Ekran fetişisti








































Televizyon. Herkes onu suçluyor. Tamam kabul ediyorum artik daha az kitap okuyorum. Milyonlarca dolar vererek çektikleri filmlere ufak bir katkim olsun isterim.

Bilgisayar. Hareket etmeden alisveris yapabildikten sonra yagmurda yürümeye ne gerek var? Dün on sekiz saat oyun oynadim. Ekranda patlayan beyinleri görünce tatmin oluyorum. Seksten bile güzel.

Uyusturucu. Asla gerçeklesmeyen düslerimi unutmama yardim ediyor. Rica etsem biraz açilir misiniz, her an kriz geçirebilirim.

Yirmibirinci yüzyil. Siradan, tatminsiz, ve bencil. Ben yirmi yil öncesinde dogmak istemistim. Inanacak bir seyler varken, bol paçali pantalonlar giyip, Jim Morrison konserine gidebiliyorken ve ask bitse bile kalbimde sizi kalabiliyorken. Geç kaldim. Simdi hiçbir sey yolunda gitmiyor ve korkarim mutsuzluk aliskanlik yaratti.

Sabah kalktim. Gece Sonia’ya kavga ettikten sonra eve gelmistim. Annemin yanina. Annem kanepede sabah haberlerini izliyor, bir yandan da endiseyle bana bakiyordu. Bir seyler yemek isteyip istemedigimi sordu, karnimin aç oldugunu söyleyemedim. Aslinda bir iki sözcük için kendimi zorladim ama olmadi iste. Annem omlet yapmayi önerdi, tepkisiz kaldim. Midemden beynime ulasan acil durum çagrisini gizlemek için disari çiktim. Annemi yaninda açik duran bir sise Jack Daniel’s ile biraktim.

Sokakta dün gecenin utanciyla ilerlerken yanimdan geçenlere bakmadim. “Ne kadar da garip bir adam” diyerek yargiladilar. Tanimadigim insanlarin benim hakkinda düsündüklerinin ne önemi olabilir?

Öglen çekim arasinda telefona elimi uzattim. Altinca seferde tuslari çevirmeyi basardim. Bir iki uzun sinyal sesinden sonra kapattim. Sonia yanlis bir evde çalan telefon yüzünden sinirlendi. Yeniden uyuyamadi. Beynimdeki kelimelerin dudaklarima ulasmasi için hen üz çok erkendi.

Saat dörtte aynada kendime baktim, gülümseyemedim. Bu stresten kurtulmak için iç çamasiri mankeniyle sevismeye karar verdim. Arkadaki tuvalette iki kez içine girmeye çalistim. Onu sevip sevmedigimi sordu. Bazen kadinlara istediklerini vermelisiniz. Ben dürüstüm. Sevmedigimi söyledim. Aglayarak listesine katilan kadinlardan biri olmak için fazla gururlu oldugunu söyledi. Bazen kadinlari anlamaniza imkan yok.

Aksam eve geldigimde Sonia’ya bir açiklama yapmak istedim. Geceyi annemde geçirdigimi söyleyip gözlerindeki kirmiziligi almak. Onun yerine biraz sokakta dolastimi kösedeki barda iki bira içtim. Gece Sonia uyuduktan sonra eve döndüm. Bir gün daha bitti.

Annemin söyledigine göre babamin gidisiyle basladi bu suskunluk. Bir gün eve geldi. Son kalan esyalarini topladi, annemle tartistilar ve arabasina bindi. Terk edildim. Annem mutfak dolabinin altina sakladigi siseleri yukardaki raflara kaldirdi. Ben odama kapanip saatlerce uyudum. Ikimiz de gidenin ardindan kendimizce yas tuttuk.

Annemin hayatini düzeltmek görevimdi. Onu sizdigi kösebaslarindan ya da adamlarin evlerinden topladim, adsiz alkolik toplantilarina götürdüm, yaptigi korkunç erkek seçimlerine ragmen yargilamadan sevdim. Hep serserileri bulurdu. Bir ise yaramayan, pis, suratina baktiginizda yakisikli bile diyemeyeceginiz zavallilari. Benim çabalarim hiç bir zaman ise yaramadi. Tahtiravalli gibi gicirdayan hayatimiz unutmak ve hatirlamakla dengelendi.

Keske kendimi daha çok sevebilseydim. Sabahlari islak vücuduma losyon sürerken, ögleden sonra solaryum salonunda geçirdigim on dakikada, ya da bir kadinin bakislarini üzerimde hissettigim anlarda. Kibirle baksaydim yanimdan geçenlere. Iltifatlari kibar bir gülümsemeyle kabul etseydim. Yapamadim. Böylece hayati ideal kimligimden çok uzakta yasadim. On dört yasindayken seksi, on beste çaresizligi, on altinin sonlarinda esrari kesfettim. Bir iki kez takildmi. Denemek için. Hiçbir sey degismedi.

Çok zeki degildim. Doktor, ressam, müzisyen, bankaci, tas ustasi olamayacagima göre güzelligimi kullanmam kaçinilmazdi. Bir kadin gibiydi hatlarim, Kibar, estetik, cüretkar. Flaslar, vücudumun en güzel konumunu bulmak için harcanan dakikalar, ve sabir. Üzerime takip durduklari kiyafetleri düsmeden tasiyan bir askilik görevi görüyordum. Bir ara biblo gibi durmaktan çok sikilmis oldugum dönemde, jigololuk yapmayi denedim. Altmislarina dayanmis kadinlarin bir zamanlar sahip olmus olduklari pürüssüz vücutlarindan nefret ettim.

Kadinlar bana seslenmek istediklerinde hep söyle derdi “Hey ufak popo, biraz yanima gel de o beyaz tenine dokunayim.” Hemen her seferinde sahibine itaat eden ufak bir köpek gibi giderdim yanlarina. Biraz koklar, tutkulu kelimeler eder, akillarini baslarindan alirdim. Bir kadini bastan çikarmanin en kolay yolu buydu. Oysa onlara iltifatlar yetmez, baskalariyla karsilastirmanizi isterler. En yakin arkadasindan daha güzel, annenizden daha sevecen, Marilyn Monroe’dan bile seksi. Kadinlar yarista rakiplerinden öne geçmek için söyle der: “Hadi seviselim. Mutfak, küvet ya da bahçedeki çimlerin arasinda. Su anda sana ait olmaktan fazlasini düsünemiyorum. Kollarina al beni.” Ben de elimi uzatirdim. Kadinlar her seferinde eski asklarini, geçmisin adamlarini da tasirlardi yataga. Ben seksi severdim. Kararlari yalnizca bedenimin verdigi sayili zamanlardan biri. Genellikle on bes dakikadan fazla sürmezdi. Kadin kollarimda uykuya daldigi an kalkip giderdim. Sabah ayni bosluk hissiyle uyanirdim. Telefon çalardi. “Seni seviyorum. Seni simdiye kadar kimseyi sevmedigim kadar çok seviyorum. Yine öp beni.” Keyfim yerinde oldugunda gülümserdim onlara sonra buzdolabinda yiyecek birseyler aramaya giderdim. Kadinlar hep söyle bitirirdi monologlarini. “Senden nefret ediyorum. Duyuyor musun lanet olasi. Senin yüzünden kocami biraktigima inanamiyorum.” Güzel, çekingen, ukala, yalniz, seksi olmalarinin bir önemi olmazdi böyle zamanlarda. Hepsinin gözlerinde babamin terk ettigi kadini bulurdum. Annemin yanina kosardim.

Erkeklerle keyfim yerindeydi. Sekiz arkadas . Sahip olduklarimin hepsi buydu. Dördü havuzum, ikisi muhtesem güzellikteki karim digerleriyse onlara yemek verdigim için. Bir iki kutu bira, futbol maçi, ve yaris arabalari yeryüzünden yok olmadikça konusacak konumuz vardi. Birbirimizi sevmek aklimizin ucundan geçmezßdi.

Sonia hamile oldugu dönemde hissizlesmeye basladim. Belki ona sahip olmus olmak canimi sikti biraz. Çocuk da dogduktan sonra hiçbir yere gidemeyecekti artik. Dogumda aldigi kilolari vermek için rejime baslayacak, spor salonlarinda saatler geçirecek ve sonra bebegini emzirmeye yine eve dönecekti. Sonia artik bir kadin degil, anneydi. Bebegi agladiginda içi parçalanacak, mamasinin sicakligini en uygun seviyeye getirmek için mutfak saatini kuracak, sütü bozulmasin diye içki içmeyi de kesecekti. Bebek dogduktan sonra eglence günleri bitecekti. Ama benim biraz daha zamana ihtiyacim vardi. Saçmalamak için birkaç yil daha.

Ondan o gece Odile’i becerdim. Sabaha karsi herkesin dikkati baska seylere yönelmisken bodrumda isi hallettim. Tutku yoktu, sadece daha vaktim oldugunu kanitlama ihtiyaci. Kendime, otuz yasini doldurunca yalniz kalmayacaklarini haykirircasina önlerine gelen ilk kadinla evlenen bütün adamlara ve Sonia’ya “Iste böyle olur.” demek istiyordum. “Sen durmadan aglayan bir velet dünyaya getirmek istiyorsan benden bu kadar”. Ama Sonia kavga edecek kadar bile yasayamadi. Ayni gece gaz kaçagi yüzünden patlayan evimizde öldü. Kizimla basbasa kaldigimda bu yenilige hiç de hazirlikli degildim.

Yine de kötü bir baba olmadim. Evet planlarimda bir çocuk büyütmek yoktu ama kaçip gitmek yerine ondan zevk almayi, annesinin kokusunu özleyen küçük Lili’ye sevgi vermeyi ögrendim. Yine kadinlarla yattim, annemi ziyarete gittim ve artik yaslanmis bedenimi kaplayan elbiselerle poz vermeye devam ettim. Beni sadece orta yasli adamlarin giyecegi türden ayakkabi, ceket ya da saat çekimleri oldugunda aradilar.

Lili hizla büyüdü. Ilk dis, ilk okul günü, ilk adet sancisi, ilk sivilce. Hepsiyle basetmek için kitapçilarda günler geçirdim. “Genç kizlarla konusma kilavuzu”, “Ona asla asla demeyin!”, “Eyvah kizim on bes yasinda” raflari arasinda dolanan babalarla göz göze gelmemeye çalistim..

Ne yapacagimii ilk kez Lili asik oldugunda bilemedim. “Yalniz Babalara Tavsiyeler” kitabinin on yedinci bölümde anlatilanla yasadigim duygunun ilgisi yoktu. Herseyden önce söz konusu olan kitaptaki Alice degil, kendi minik kizimdi. Ve daha da önemlisi asik oldugu, sinifindaki havali çocuk yerine evli bir adamdi. Biraz disari çikmasi için kizimi götürdügüm partide tanistigi yasli adam. Killi ellerinin Lili’ye degdigini düsünerek çildirmamak için ona yasaklar, ödüller, duygusal gerilimler yarattim. Lili o herifle görüsmeye, narin bedenini ona sunmaya devam etti. O asagilik herifin öldügü güne kadar. Bir partide adamla hesaplasmak için karsisina dikildigimde kalp krizi geçirerek kollarima yigildi. Yavrusunu korumak için vahsilesen bir kaplan gibi hissettim kendimi.

Yanlis adamdim. Kadinlarin uzagina gidemeyecegi, bir kez sevismenin sonrasinda ruhuna da sahip olmak için savasacaklari, yalnizlik konusunda oldukça kararli, göçebe ruh. Kizimin ya da annemin debenim gibi sersemleri seçmesi kaçinilmazdi. Bunu onlara ben ögretmistim, üstelik ölmeye de hiç niyetim yoktu.

Basit yasamlar sürdüremedigimiz için siradan olduk. Pek çok baba gibi kizimla olan iliskim kötüye gitti. Kapilar çarpti, keskeyle baslayan ve annesinin ölmemesini dileyerek sonlanan cümleler çogaldi. Eve gelis saatleri benim koydugum kurallara göre degil, Lili’nin keyfine göre hareket etti. Idare etmeyi ögrendim, sessiz kalmayi, dayanamadigim anlarda Odile, Carole, Jane ya da Suzette’le sevismeyi, annemle beraber açtigimiz kitapçida raflari düzenlemeyi, müsterilere gülümsemeyi. Kisa süre için de olsa hayatin günlük isleri bana sorunlari unutturdu. Lili’ye Lilian diye seslenmekten duydugum rahatsizligi saklamak için mümkün oldugunca az konustum. Zaten var olmayan ortak yasantimiz zarar görmedi. Ayni evin içinde yasamaya devam ettik.

Gerçegi söylemek gerekirse hayatima giren her kadini sevdim. Belki de sorun burdaydi. Hiçbirini birinden daha çok degil. Hepsi baska bir sekilde mutlu etti beni. Birinin sikintisini digeri aldi. Karim öldükten, annem Vincent’e asikken ya da Lili beni terk ettigimde yalniz hissetmedim. Bir bira açtim, pencerenin kenarina oturdum. Basim dönmeye basladiginda dördüncü sisedeydim.